
Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin birinci maddesi, “18 yaşına kadar her insan çocuktur” ifadesiyle çocukluk kavramına evrensel bir çerçeve çizer. Ancak bu tanım, ilk bakışta basit görünse de, hem bilimsel hem kültürel açıdan tartışmalarla dolu bir alana işaret eder. Çünkü çocukluk yalnızca biyolojik bir dönem değil, toplumların değerleri, inançları, aile yapıları ve eğitim anlayışlarıyla biçimlenen, sürekli yeniden tanımlanan bir yaşam evresidir.
Tarih boyunca çocukluk kavramı farklı anlamlar taşımıştır. Antik dönemlerde çocuklar çoğu zaman “küçük yetişkinler” olarak görülmüş, modern çağla birlikte ise “masumiyet” ve “korunma” ile özdeşleşmiştir (Erdiller-Yatmaz, Erdemir & Erbil, 2019). Sanayileşme ve eğitim sistemlerinin gelişimiyle birlikte çocukluk, “geleceğin yetişkinine yatırım dönemi” olarak ele alınmış, çocuklar çoğu zaman yetişkinlerin değerleri ve beklentileri doğrultusunda şekillendirilmiştir. Buna karşın günümüz çocukluk araştırmaları, çocukları artık yalnızca “büyümekte olan” değil, içinde yaşadıkları toplumda “şimdinin öznesi” olarak ele alır (Kaya & Öcal, 2025; Dündar-Zeypak, 2021).
Bu dönüşüm, çocukların haklarını yalnızca korunma üzerinden değil, katılım ve ifade hakkı üzerinden de düşünmemizi zorunlu kılar. Aksoy-Kumru ve Yılmaz’ın (2024) vurguladığı gibi, çocukluk “faillik”, “yetkinlik” ve “katılım” kavramlarıyla yeniden tanımlanmalıdır. Çocukların kendi yaşamları hakkında söz sahibi olmaları, onların toplumsal rolleri açısından bir lütuf değil, temel bir haktır.
Peki çocuklar kendilerini nasıl tanımlar? Bacon ve O’Riordan’ın (2023) yürüttüğü araştırmada bazı çocuklar kendilerini “çocuk” olarak görmediklerini, “genç” ya da “yarı-yetişkin” olduklarını ifade etmiştir. Bu durum, çocuk olmanın yalnızca yaşla değil, toplumsal konumla da ilişkili olduğunu gösterir. Çocuklar, kimi zaman kendilerini “küçük” hissetmekten hoşlanmazken, kimi zaman da çocukluğun sağladığı özgürlüğü ve oyun alanını değerli bulur. “Çocuk olmayı seviyorum, çünkü hâlâ hayal kurabiliyorum” diyen bir çocuğun sözü, çocukluğun yalnızca eksiklik değil, aynı zamanda yaratıcı bir güç olduğunu hatırlatır.
Çocukların gözünden bakıldığında, çocukluk çoğu zaman merak, oyun, öğrenme ve duygularla örülüdür. Harcourt’un (2011) çalışmasında çocuklar, “yetişkinler daha çok şey bilir ama çocuklar daha çok hisseder” diyerek kendi dünyalarının özgünlüğünü anlatırlar. Templeton (2020) ise çocukların kent mekânlarına dair fotoğraflarını incelerken, onların sokakları yalnızca bir geçiş alanı değil, “eve götüren yol” olarak gördüklerini belirtir. Colliver (2017) bu bakışı “dinlemekten anlamaya geçiş” olarak tanımlar; çünkü çocukların dünyasını gerçekten anlamak, onların sözcüklerinin ötesindeki deneyimlerini fark etmeyi gerektirir.
Yetişkinlerin bakış açısından ise çocukluk çoğu zaman hem korunması gereken bir hassasiyet hem de biçimlendirilmesi gereken bir süreçtir. Toran ve Hacıfazlıoğlu’nun (2020) Türkiye’de yürüttüğü araştırma, ebeveynlerin çocukluğu genellikle “ahlak, saygı ve disiplin”le ilişkilendirdiğini, öğretmenlerin ise çocukları “yetişkinliğe hazırlanan bireyler” olarak gördüklerini ortaya koyar. Bu yaklaşım, çocuğu geleceğin öznesi olarak konumlandırırken, onun bugünkü sesini ve deneyimini gölgede bırakır. Oysa çocuklar kendilerini “şimdi”de var eden bireylerdir; onlar için çocukluk bir bekleme odası değil, kendi anlam dünyalarının merkezidir.
Çocuk haklarının birinci maddesi, bu nedenle yalnızca yasal bir tanım değildir; aynı zamanda bir tanınma ve saygı çağrısıdır. Çocukluğu sabit bir yaş dilimi olarak değil, toplumsal ilişkiler içinde sürekli yeniden şekillenen bir kimlik olarak görmek, çocukların özneleşme hakkını savunmanın temelidir. Bu perspektif, çocukların yalnızca korunmaya değil, duyulmaya, anlaşılmaya ve karar süreçlerine katılmaya da hakkı olduğunu hatırlatır.
Bugün çocukluk kavramı, dünyanın her yerinde yeniden düşünülüyor. Artık çocuklar yalnızca geleceğin umudu değil; bugünün düşünen, hisseden ve dönüştüren bireyleridir. Bu nedenle Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1. maddesi, hepimize aynı sorumluluğu yükler:
Her çocuğun varlığını, sözünü ve deneyimini tanımak.
Kaynakça
Aksoy-Kumru, F. B., & Yılmaz, A. (2024). Temel Çocukluk Çalışmaları Kavramlarının Türkiye Bağlamında Yeniden Ele Alınması: Fail, Yetkin ve Katılımcı Çocuk. Yaşadıkça Eğitim, 38(1), 230-244. https://doi.org/10.33308/26674874.2024381686
Bacon, K., & O’Riordan, Z. (2023). Who do you think you are? Children's definitions of being a ‘child’. Children & Society, 37, 1136–1155. https://doi.org/10.1111/chso.12705
Colliver, Y. (2017). From listening to understanding: interpreting young children’s perspectives. European Early Childhood Education Research Journal, 25(6), 854-865. https://doi.org/10.1080/1350293X.2017.1380882
Dündar-Zeypak, Z. (2021). 21. Yüzyıl Türkiye'sinde Çocuk ve Çocukluk Algısı: Değişen Anlam ve Önemi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Erdiller-Yatmaz, Z., Erdemir, E., & Erbil, F. (2019). Okulöncesi öğretmen adaylarının bakış açısından: Neden öğretmenliği seçtiler ve nasıl çocuk/çocukluk algıları var. Kuramsal Eğitimbilim Dergisi [Journal of Theoretical Educational Science], 12(1), 316-341.
Harcourt, D. (2011). An encounter with children: seeking meaning and understanding about childhood, European Early Childhood Education Research Journal, 19(3), 331-343. https://doi.org/10.1080/1350293X.2011.597965
Kaya, S., & Öcal, A.T. (2025). Çocuk ve çocukluk kavramları üzerinden çocuk haklarını tartışmak: Nesneden özneye. Journal of Economics and Administrative Sciences, 26(4): 778-795, 2025. https://doi.org/10.37880/cumuiibf.1749542
Templeton, T. N. (2020). “That street is taking us to home’: young children’s photographs of public spaces. Children's Geographies, 18(1), 1-15. https://doi.org/10.1080/14733285.2018.1550573
Toran, M., & Hacıfazlıoğlu, Ö. (2020). Imagine the next generation: multiple voices on childhood experience from Turkey. Early Child Development and Care, 190(2), 123-134. https://doi.org/10.1080/03004430.2018.1458717